Loader

The Tower (Kule) 2018 Film Tahlili

Paylaş

Yasir Baytekin

“Bana mülteci dediler ama ben kim olduğumu biliyorum.”

Kule animasyon film tahlilinin hem daha sistematik olması hem de okuyucunun zihninde daha anlaşılır olabilmesi için filmin kurgulandığı iki ana karakterin analizi, yansıtılan yaşam ortamı, zaman ve kullanılan teknikler ile başlamak daha doğru olacaktır.

Filmde karakterlerin mücadelelerini ve yaşam öykülerini yansıtabilmek adına “flashback” tekniği kullanılmış ve bazen slow motionlarla bazen gerçek hayattan görseller ve videolarla ana duygunun izleyiciye geçmesi amaçlanmıştır. Yönetmen kullandığı farklı tekniklerle ve özellikle birkaç noktada sunulan gerçek klipler ve fotoğraflarla bizlere çizim olarak görülen karakterlerin bir kurgudan ibaret olmadığını anlatmak istemiştir. Film iki ana karakter üzerinden, bazı simgeleştirmeler ve gerçek yaşam hikayeleri ile Filistin’de evlerinden zorla çıkarılan, yurtları işgal edilen kardeşlerimizin durumunu gözler önüne sermektedir.

Filmin en başında karşımıza çıkan Vardi, henüz 2. sınıfa giden oldukça başarılı bir öğrencidir. Büyük Felaketten (Nekbe) sonra doğmuş ve Lübnan’da bir mülteci kampında büyümüş olan Vardi, yaşadığı mahallenin dar sokaklarında adeta bir çiçek gibi büyütülmüş; bütün umutsuz ve yaşlanmış hayatların tam aksine umut dolu bir kız olmuştur.

                                                                                                                                 Nekbe

Vardi’den hemen sonra doktorda gördüğümüz, hastalığından dolayı ölmek üzere olan ancak Vardi okuluna devam edebilsin diye ilaca para vermeyi reddeden, oldukça yaşlı karakter ise Sidi’dir. Sidi 1948 yılında Nekbe’de evinden çıkarılan, çok sevdiği bahçesini ve bitkilerini bırakmak zorunda kalmış bir Filistinlidir. O gün kapısını kilitlediği ve boynuna astığı anahtarını bir an olsun bile yanından ayırmamıştır. Öleceğini anladığı zaman ise kendisinin umudunu temsil eden bu anahtarı küçük ve umut dolu Vardi’ye emanet etmiştir. Bu yüzden olacak ki Vardi’yi bir çiçek gibi büyütüp yetiştirmeyi kendisine görev edindiğini, onu izlediğimiz kısa dakikalar içinde rahatça anlıyoruz.

Yönetmen, daha filmin ilk dakikalarında Nekbe’nin yıl dönümü nedeniyle gösterilerde vurulan iki genç ile bizi karşılamaktadır. Bir anlığına filmden sıyrılıp bakışlarımızı Filistin’e çevirirsek bu manzaranın aslında hiç de nadir olmadığı dehşetine düşeriz. Her geçen gün Filistin’deki işgal kuvvetleri daha çocuk denebilecek gençleri ya şehit etmekte ya da hukuksuz bir şekilde hapishanelere atmaktadır. Bizler de filmin ilk dakikalarında bu acı gerçek ile bir defa daha yüzleşmekteyiz. Yönetmen her gün şehitlerin olduğu, her an havada helikopterlerin gezdiği, küçük odalara tıkılıp kalmış, daracık sokaklarda yaşamaya çalışan ailelerin ve insanların umutsuzluğu ile bizleri karşılamaktadır. Ve bu umutsuz tablonun içinde bir ışık olan Sidi ve Vardi.

Yaptığımız kısa karakter, mekân ve zaman analiziyle birlikte aslında filmin bize anlatmak istedikleri hakkında epey bilgi sahibi olmuş durumdayız.  Şimdi ise filmin üzerinde durduğu ana temayı -yani bir cümle ile anlatacak olursak-  “asla umudunu kaybetme” yi biraz daha irdelemek istiyoruz.

Yönetmen, “umut” temasını işlerken bizleri Vardi’nin birbirinden umutsuz aile üyeleriyle tanıştırarak ilerlemektedir. Burada filmin başlığı da olan “Kule” ile karşılaşmaktayız.  Her bir umudunu kaybeden yeni neslin bir yeni kat daha çıktığı yapıları ifade etmektedir. En altta en yaşlı Sidi  -herkesten farklı olarak umudunu kaybetmemiş-  sonrasında oğlu ve üstte onun kızları -Vardi’nin annesi ve teyzesi- son katta ise umudunu kaybetmiş en genç kişi, güvercin çocuk bulunmaktadır. Bir zamanlar vatanlarını geri alabilmek ve yurtlarına dönebilmek için çok çetin mücadeleler vermiş; çok ağır bedeller ödemiş insanları görmekteyiz. Tıpkı bütün Filistinliler gibi bir zamanlar umut dolu insanlardı…

Yönetmen bütün karakterlerin hayat hikayelerini gözlerimizin önüne sermektedir. Her hikâyede realitenin bir acı yüzüyle daha karşılaşmaktayız. Gençlik yıllarında canını dişine takarak savaşan umut ve yiğitlik dolu Filistinlilerin zaman geçtikçe ve yaşlandıkça kaybettikleri umutlarına şahit olmaktayız.  Şimdilerde yalnızca haberleri seyredip, vurulan gençlere üzülen böyle yapmakla hiçbir şey elde edemeyeceklerini düşünen eski savaşçılar. Yorulmuş bir şekilde kulede kendilerine ayrılan kısımda evlerine duydukları özlem ve hasretle çaresizce bekleyen ruhlar.

Ve Vardi Sidi’nin ölümünden hemen önce onunla yaptığı sohbette kendisinin onun umudu olduğunu öğrenmektedir.

Evlerini, hayatlarını, ailelerini ve vatanlarını kaybeden insanların ellerindeki en büyük ve en güçlü şey her zaman umutları olmuştur. Olmaya da devam edecektir. Sidi umudunu kaybettiği zaman yenileceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden ölene kadar o anahtarı asla yanından ayırmadı ve Vardi’ye teslim etti. Bizler biliyoruz ki yaşlısıyla genciyle her Filistinli bir gün yurtlarına özgürce dönebilecekleri günü hasret ve umutla beklemektedir. Burda bizlere yani bütün Müslümanlara düşen asıl görev ise her daim kardeşlerimizin yanlarında olduğumuzu onlara hatırlatmak ve onların umudunu desteklemektir. Tıpkı Sidi’nin Vardi’ye yaptığı gibi.

Loading

Bunlar da ilginizi çekebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir