23 Haziran 2019, Beyzanur Yazıcı, İslam Tarihi, Kudüs Araştırmaları, Müif Blog
Dreyfus Davası, suçsuz olmasına rağmen dini kimliğinden ötürü casuslukla yaftalanan Alfred Dreyfus etrafında dönmektedir. 19. Yüzyılda yenilgiler, iflaslar, başarısızlıklar silsilesi içerisinde olan Fransa, toplumsal arınmayı sağlamanın en kolay yolu olarak bir “haini” hedef göstermiş, bu hainin de bir Yahudi olduğuna kanaat getirmişti. 1894 Fransa’sında yaşanan bu olay dünya tarihinin önemli kırılma noktalarından biriydi. O sıralarda bir Fransız gazetesinde çalışmakta olan Theodor Herzl, bu olayın seyrini takip edecek ve Yahudi ulusu adına birtakım kararlar alacaktı. Öyle ki bu kararların Avrupa’da ektiği tohum, Ortadoğu’da filizlenecek; Filistin topraklarının işgal sürecini başlatacaktı.
Yüzbaşı Dreyfus, Fransa’da Yahudi düşmanlığının tırmandığı bir dönemde Yahudi bir aileden gelmektedir. Fakat o, askeri okulda gösterdiği üstün başarılar sayesinde Fransız ordusunda yüzbaşılık görevine getirilmiş düzgün bir subaydır. Ancak göreceğimiz üzere düzgün bir subay olması dini kimliğinin önüne geçemeyecek, işlemediği bir suç sebebiyle senelerce mahkum hayatı yaşayacaktır.
(Alfred Dreyfus- 1859/1935)
Olay 1894’te Paris’teki Alman Askeri Ateşesinde hizmetli olarak çalışan kadının çöp sepetinde bulduğu mektubu merkeze ihbar etmesiyle başlar. Alman Askeri Ateşesine yazılan bu mektupta Fransa’ya ait gizli askeri bilgilerin verilmesi vâdedilmiştir. Fransız genelkurmayının başlattığı soruşturmada şüpheler Yüzbaşı Dreyfus üzerinde toplanır. Oysa bir ay süren hazırlık soruşturmasında Dreyfus aleyhine hiçbir delil bulunamamıştır. Öyle ki, mektuptaki yazının Dreyfus’a ait olmadığını söyleyen bilirkişi davadan azledilerek yerine istedikleri cevabı verecek olan bir bilirkişi atanacaktır. Kapalı oturumlar ile süren hızlı bir yargılama sonucunda Dreyfus vatana ihanet suçundan ömür boyu sürgün cezasına çarptırılır.
İktidara bağlı medya tarafından vurgulanan etnik kimliği, toplum içindeki anlaşmazlıkları da körüklemişti. Sosyalistler ve cumhuriyetçiler Dreyfus’un masumluğunu savunuyor, muhafazakarlar ise onu hain olarak nitelendiriyordu. Sürgün yeri olan Şeytan Adasına gönderilmek üzere apoletleri sökülürken halk “Yahudilere ölüm!”, “hainlere ölüm!”, “Judas’a ölüm!” haykırışları ile bu olanları seyrediyordu. Bu süreç Fransa’daki Yahudi karşıtı hareketlerin başlangıç noktasını oluşturmaktaydı.
Sürgünün ikinci senesinde asıl casusun kimliğinin öğrenilmesi ile dava yeniden görülmüştü. Ancak umulanın aksine Dreyfus mahkemece yine suçlu bulunmuş, asıl suçlu olan Easterhazy ise oybirliği ile beraat etmişti. Fransa genelkurmayı basınla işbirliği halindeydi ve Dreyfus’un suçsuz olduğunu ispatlayacak girişimlerin önünü kesmeye çalışıyordu. Mektuptaki yazının Dreyfus’a ait olmadığını söyleyenler ya sürgüne gönderiliyor ya da haklarında yargılama süreci başlatılıyordu. Nitekim yazdığı “İtham ediyorum/Suçluyorum” başlıklı yazısıyla Dreyfus’un savunmasını yapan Emile Zola mahkemeye verilerek hapis cezasına çarptırılmıştı.
(Emile Zola’nın “J’Accuse!/ Suçluyorum” başlığıyla kaleme aldığı metin)
Bu süreçte dava birkaç kez daha görülmüştü. Artan toplumsal huzursuzlukların da etkisiyle çaresiz kalan cumhurbaşkanı af yetkisini kullanarak Dreyfus’u bağışladı. Alfred Dreyfus’un tamamıyla aklanması ve haklarının iade edilmesi on iki yılın sonunda gerçekleşti ve Dreyfus nihayet 1906 yılında aklanarak ordudaki görevine geri döndü.
Davayı yakından takip eden Herzl, hadiseden şu sonuçları çıkarmaktadır;
- Yahudiler dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar tek bir halk meydana getirmektedirler.
- Her devirde ve her yerde işkenceye uğramışlardır.
- İçinde yaşadıkları toplum tarafından hiçbir zaman “eritilememişlerdir.”
Herzl, Dreyfus’u Yahudi halkının bir sembolü olarak görüyordu ve çıkardığı bu sonuçlardan hareketle ırkını antisemitizmin baskısından kurtarmayı amaç edinerek bir çözüm yolu tasarlamıştı. Aslında seküler bir Yahudi olan, hatta Siyon’a geri dönüşü asla kutsal bir gaye olarak görmeyen Herzl, Avrupalı devletlerin vâdettikleri ‘demokratik toplum’ idealinin bir ütopyadan öte geçemeyeceğini düşünüyordu. Bunların sonucunda Yahudilerin rahatça yaşam sürebilmeleri için tek çıkış yolunun bir ‘Yahudi Devleti’ olduğuna kanaat getirmişti. İlk adım ise 1897’de Basel’de Siyonist Kongrenin toplanmasıyla atılmış olacaktı.
(1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde Theodor Herzl önderliğinde toplanan Birinci Siyonist Kongre)
Herzl hâtıratında bu kongreyle ilgili şunları söylemiştir: “Ben Basel’de Yahudi devletini tesis ettim. Bunu bugün yüksek sesle söylesem bütün dünyada bir kahkaha tûfanı kopar. Fakat bundan beş sene, belki elli sene sonra muhakkak herkes bunun böyle olduğunu anlayacaktır” Nitekim vâdettiği 50 senelik müddet sadece bir sene sapmaya uğrayacak, kongreden elli bir sene sonra 1948’de, hedeflediği Yahudi devleti resmi olarak kurulmuş olacaktır.
KAYNAKÇA
(1) Baysan, Gül Tekay, “Dreyfus Davası : Gerçek ve Adalet Savaşçısı Zola.”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi C. 19
(2) Ortaylı, İlber, “Dreyfus Olayı”,Milliyet Gazetesi,2014
(3) Garaudy, Roger, (2017). Siyonizm Dosyası. İstanbul, Pınar Yayınları
(4) Herzl, Theodor, (2007). Yahudi Devleti. İstanbul, Ataç Yayınları
*Bu yazı marmarailahiyat.com‘da yayımlandı.