15 Mart 2020, Dilek Koç, Kudüs Araştırmaları, Kitap İnceleme, Müif Blog
“Seni unutursam, Ey Kudüs,
sağ elim hünerini unutsun!
Eğer seni anmazsam,
Eğer Kudüs’ü baş sevincimden
üstün tutmazsam,
dilim damağıma yapışsın.”
(Mezmur 137)
Kudüs… Ey Kudüs (çev. Aydın Emeç, Kronik Yayınları) adlı kitap, Fransız asıllı Dominique Lapierre ve Amerikan asıllı Larry Collins’in ortak çalışmasıdır. Paris’te bir pastanede yolları kesişen Lapierre ve Collins’in beş yıllık çalışmalarının, özel röportajların, arşiv metinlerinin taramasının ardından ortaya çıkardıkları bir eserdir. Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Kitabın bölümleri “Kutsal Toprakların Paylaştırılması, 29 Kasım 1947”, “Para ve Silah, 1948 Kışı”, “Kudüs Kuşatması,1948 İlkbaharı”, “Kutsal Şehir Uğruna Yapılan Savaş, 14 Mayıs – 16 Temmuz 1948”’dir.
Yahudi devletinin sancılı kuruluşunu ve Filistin Araplarının direnişini anlatan kitap, dönemin sosyolojisine, iki halkın psikolojisine ve yıllar boyu sürecek olan meselenin başlangıç noktasına ışık tutuyor. Yıllar süren özverili çalışma ile yazılan eser, okurun kendisini kitabın içerisinde hissedebileceği bir üslupla, belgesel-roman tarzında yazılmıştır.
2 Kasım 1917’de dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından yayımlanan ve Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulmasını öngören Balfour Deklarasyonu neticesinde yönetimi devralan İngiliz Manda Yönetimi, 1947 yılında Kudüs’ün idaresini imtiyaz verdikleri Yahudilere devredecekti. Filistin’in taksimi konusunda Birleşmiş Milletler (BM) toplanacak ve toplantı neticesinde Filistin’de bir İsrail Devleti kurulacaktı.
BM oylaması hakkında Yahudi örgüt olan Haganah’a bağlı Palmach örgütü kurucusu İzak Sadeh şu öngörüde bulunmuştu: “Oylama olumlu sonuç verirse Araplar, bize savaş açacaklar. Ve bu savaş bizden beş bin kişinin hayatına mal olacak. Oylama sonucu olumsuz çıkarsa, biz Araplara savaş açacağız!” BM’nin aldığı karar ile Filistin toprakları üçe bölünecekti. Bölgede bir Arap ve bir Yahudi Devleti olmak üzere iki ayrı devlet kurulacak, Kudüs’ün idaresi ise BM tarafından idame ettirilecekti. 29 Kasım 1947’de BM’den çıkan sonuca göre on hayır, on çekimser oya karşılık otuz üç evet oyuyla kabul edilen Taksim Planı sonrasında Yahudiler zafer çığlıkları ile şehirde yürüdüğü sırada pusuda Araplar ve Ben Gurion’un endişesi vardı.
İngiltere ve Amerika’nın desteğiyle Kudüs’e yerleşen ve azınlık konumunda yer alan Yahudiler, büyük bir kazanç sağladıklarını düşünürken aslında bizzat savaşa gidiyorlardı. Taksim planının kabul edilişinin ardından David Ben Gurion’un ağzından şu cümleler dökülmüştü: “Onlarla (Yahudilerle) dans edemezdim, o gece şarkı söyleyemezdim. Hepsini bu kadar neşeli gördükçe bir şey dolaşıyordu kafamda: Savaşa gidecekleri.”
Kitabın ilk bölümünde, Yahudilerin ve Arapların psikolojik tahlillerine yer verilirken, Kudüs toplumunun sosyolojisine de ışık tutuluyor. Kişiler ve oluşumların yer aldığı “Kutsal Toprakların Paylaştırılması, 29 Kasım 1947” bölümü, 1948 Savaşı’nın nedenini ve halkın geçirdiği evreleri anlatan giriş kısmıdır. Yahudilerin David Ben Gurion’u varsa, Filistinlilerin dönemin Kudüs müftüsü Hacı Emin el-Hüseynî’si vardı. Öte yandan Ürdün Krallığı’nı genişletmek isteyen Kral Abdullah’ın siyasi ihtirasları ve ortada paylaşılamayan bir Kudüs vardı. Stratejik hamlelerle ilerleyen Ben Gurion, bir yandan Arapların nabzını ölçerken diğer taraftan Filistin’deki İsrail varlığını kesinleştirmek için çabalıyordu. Yalta Konferansı’ndan çıkan sonuçta Stalin’in öngördüğü çözüm yolu Yahudi devletinin kurulmasıydı.
Ben Gurion büyük devletlerin kendisine ve halkına siyasal kimlik verme gücüne sahip olacağını biliyordu, ancak birleşecek Arap devletleriyle askeri bir çatışmaya girmelerini önleyemeyeceklerdi. Tek çare vardı: Yahudileri savaşa hazırlamak! Almanların desteğini alan Emin el-Hüseynî’nin Filistin’de kuracağı Arap devleti hayali, Ben Gurion’un İsrail devleti hayali ile çatışacaktı. Öngörülen savaş nedeniyle Arapların gelişmiş silahlarına karşılık Yahudilerin Kudüs’te varlık göstermesi için silah temini lazımdı, bunun için Yahudi örgüt Haganah için silah yapım atölyesi kurulmuştu.
Arap orduları içerisinde Emin el- Hüseynî birlikleri ve gönüllü savaşçılar kendi imkanları ve İngiliz desteğiyle silahlar temin ediyorlardı. Tezahürde iki halk adım adım savaşa hazırlanıyordu. Savaş için tek engel İngilizlerin yönetimde olmasıydı. Kurulacak devletin fikir aşamasının anlatıldığı bu bölüm tarafların oluşmasını da gözler önüne seriyor.
“Silah ve Para” etrafında dönen “1948 Kışı”nda BM Kararına muhalif olarak Arap Birliği, bir Yahudi devletinin kurulmasını engellemek ve birleşik bağımsız bir Arap devleti olarak Filistin’in toprak bütünlüğünü korumak amacıyla kuruldu. Siyasi ihtiraslara maruz kalan Kudüs, ömrünün çetin sınavlarıyla baş başa kalacaktı.
Arap ve Yahudi ilişkilerinin en iyi olduğu Kudüs Eski Şehir’de insanlar birbirlerine saygı duyarlardı. Hatta cuma akşamları Araplar, Yahudilerin yağ kandillerini yakardı. Yahudiler de bayramlarında Arap komşularına yiyecekler ikram ederlerdi. Bu sırada Eski Şehir’in geleneklerine bağlı Yahudiler ile yeni şehrin Siyonist yöneticileri arasındaki ilişkiler gergindi. Kararın ardından Araplar, Yahudi mahallesinden ayrıldı ve ilk çatışmalar patlak vermeye başladı.
Müslümanlar Yahudileri korkutma yolunu seçerek Yahudileri, Yahudi Mahallesi’ne götüren otobüslere bombalar atıyorlardı. Yahudiler de Müslümanlara ayniyle cevap veriyorlardı. Müftünün yeğeni ve bir numaralı adamı olan Abdülkadir el-Hüseyni “Kudüs’ü boğacağız!” diyerek Yahudiler için önemli yolları, su kaynaklarını ve yiyecekleri elinde tutuyordu. Gerçekten de Yahudileri Kudüs’te boğmaya niyetliydiler. Araplar gerilla savaşlarında Yahudilere galip geliyorlardı.
Yahudilerin çarşıları, otobüs durakları, sinagogları devamlı infilak ettiriliyor, Yahudi gazetesi olan Palestine Post havaya uçurularak Yahudilere ağır darbeler indiriliyordu. Ölümle burun buruna yaşayan Yahudilerin ellerinde hiçbir şey yoktu ve yalnızca yaşamaya çalışıyorlardı. İleride İsrail’in ilk kadın başbakanı olacak olan Golda Meir, Yahudilerin içinde bulunduğu duruma üzülerek zengin Yahudilerden yardım istemek ve Kudüs’te varlıklarını devam ettirmek için gerekli olan silahları temin etmek amacıyla ABD’ye gitmişti; on dolarla gittiği ülkeden elli milyon dolarla Kudüs’e dönecekti. Şehir hâlâ İngiliz yönetiminde olduğu sıralarda İngilizler kimi zaman çatışmayı durduruyor, kimi zaman göz yumuyordu. Hiç şüphesiz bu çatışmalardan en çok etkilenen Kudüs’ün kadim mirası ve halkıydı.
Bu süreçler ve savaşlar Kudüs’ü adım adım bir “Kudüs Kuşatması”na götürdü. Yahudi halk açlıktan ölmek üzereyken onlara erzak temin eden konvoylar defalarca Araplar tarafından patlatıldı. Kudüs’ü Araplar kuşatmıştı, Yahudilere nefes aldırmıyorlardı. Kudüs’ün geceleri bomba sesleri ile yankılanıyordu. Araplar saldırı halindeyken Yahudi örgütler direnme halindeydi. Araplar yol savaşında üstün geliyor, Abdülkadir el-Hüseynî ve beraberindekiler “Kudüs’ü boğma” sözlerini tutuyorlardı.
İsrail’in üç hayati merkezi konumunda olan Tel-Aviv, Hayfa ve Kudüs şehirlerini elde tutmak için Kudüs düşmemeliydi. Savaşa götüren süreçte Prag’dan alınan silahlar ve Golda Meir’in ABD’den getirdiği paralar Yahudilere umut olmuş ve savaşta biz de varız diyen Yahudiler, Arap köylerine saldırmıştı. Devam eden saldırıların en şiddetlisi Deir Yasin katliamıydı. Silahlı ve azılı örgüt olan Yahudi İrgun ve Stern Örgütlerinin köyü basarak iki saat içerisinde iki yüz elli dört cana kıyması, ahlaksızca Müslümanların ırzına geçerek küçük büyük bir tek canın bile yaşamasına müsaade etmeyerek büyük bir katliam yapması, küçük çocukları vahşice katletmeleri Müslümanların hafızasında acı bir hadise olarak kaldı.
Galibiyetlerine yenilerini ekleyen Arapların üstünlüğü bu saldırı ile sarsıldı. Kudüslü Müslüman çocukların bakkaldan bombalar alıp “Biz de Yahudi karargahlarını bombalayacağız!” dediği noktada vatan kavramının ve Kudüs’ü savunmanın önemi bir kez daha gözler önüne seriliyor. Bütün dünya devletlerinin ihtirası ile Kudüs’e art arda gönderilen bombalar belki de en çok küçük çocukların filizlenecek umutlarını öldürüyordu.
Kitabın son bölümü olan “Kutsal Şehir Uğruna Yapılan Savaş”ta 14 Mayıs’ta İngilizler şehirden ayrılır ayrılmaz üzerinden birkaç saat dahi geçmeden David Ben Gurion’un İsrail Devleti’ni ilan edişi anlatılıyor. Ben Gurion bu hareket ile meseleyi oldu bittiye getirip Araplara Yahudi Devleti’nin varlığını kabul ettirmek istedi. İngilizler de şehri terk ederken İsrail’in varlığını kabul ediyorlardı. İngilizlerin destek noktalarını Yahudiler ele geçirirken dönemin Mısır devlet başkanı olan Cemal Abdünnasır’ın alayı İsrail Devleti’ni yok etmek için Tel-Aviv’e yürüdü.
Kudüs kuzeyden Arap lejyonu, güneyden Mısır kuşatması altındaydı. Araplar üstün iken BM’nin ateşkes çağrısı ile bir süre savaş durduğunda Yahudiler cephane toplayıp Araplarla tekrar karşılaştı. Yahudiler, savaşın ardından Filistin topraklarının %78’inin sahibi oldu. Araplar ve Yahudilerin kıyasıya çatıştığı 1948 savaşının bitiminde Ortadoğu’da İsrail adında bir devlet vardı.
Kudüs… Ey Kudüs, BM kararı sonrası ve İsrail’in kuruluşunu anlatan 1947-1948 yıllarını içerse de Kudüs dönemin öncesinde ve sonrasında sancılı süreçler geçirdi. Büyük devletler ihtirasları uğruna Kudüs’e hâkim olmak, belli stratejilerle Kudüs’te var olmak istedi. Vatan kavramının, vatanı savunmanın tarihi süreç içinde ve Filistin özelinde ayrı bir mensubiyet kazanması, asırlardır coğrafyaya gösterilen ilginin bir tezahürüdür.
Kaleme alınan kitap; dönemin siyasi oluşumlarını ve stratejilerini, Müslüman ve Yahudi grupları, Kudüs’ün jeopolitik konumunu, dış güçlerin bölgeye müdahalelerini arşiv kaynaklarına dayandırması ve dönemi anlatan değerlendirmelerde bulunması nedeniyle Kudüs hakkında okunabilecek kitapların başında gelmektedir. Kitap içerisinde yer alan şahsiyetlerin kritiklerine bağlı olarak dönemin tahlili; Kudüs’te gündelik hayat, Arap-Yahudi ilişkileri, Kudüs’ün yalnızca kutsal bir şehir olmayıp siyasi olarak da hakimiyet sembolü olduğu okura hissettiriyor. Olay örgüsü ve kronolojiye bağlı olarak ilerleyen kitabın içeriği okura bir roman hissi verse de aslında yazılan her bir satır yaşanan gerçek olayları aktarıyor. Yazar bu anlamda Filistin’in ve Müslümanların acı tarihine okuru şahit ediyor.
*Bu yazı ilk kez marmarailahiyat.com‘da yayımlandı.