Emile Badarin
Dilek Ergün tercüme etti.
Filistin’deki etnik temizlik, Avrupa ve ABD’den sınırsız destek alan Siyonizm’in ırksal yapılarından ayrılamaz.
30 Ekim’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savcısı, Hamas öncülüğündeki saldırının ardından İsrail’in Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği geniş çaplı saldırıya dikkat çekti. Savcı Karim Khan, “7 Ekim’den itibaren İsrail’de suç işlenen yerlere girebilmek ve acı içinde sevdiklerini bekleyen, endişeyle onların dönüşlerini dileyen ailelerle buluşmak için çabalarımı gerçekten artırdım.” dedi.
Bununla birlikte duygusal bir açıklama yapmasının ardından hemen ekledi: “Gazze’ye girmek için her türlü çabayı gösterdim ancak mümkün olmadı.” ICC savcısının her iki halka da yaklaşmaya çalışmasına rağmen, uluslararası hukuk ve kurumların ırkçı ve sömürgeci temelleri, en iyi ihtimalle, Filistinlilerin acılarının ikincil öneme sahip olduğunu gösterdi.
Khan’ın ofisi, “Filistin üzerinde yargı yetkisine binaen 2014 yılına dek uzanan bir soruşturma yürütmekte” olduklarını vurguladı. Ancak ICC’nin, Ukrayna’daki savaş suçlarından dolayı bir yıl gibi bir sürede Rusya’ya karşı suçlu olduğu kararını nasıl aldırdığı ve Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yönelik tutuklama emri çıkarmayı nasıl başardığı akıllarda bir soru işaretiyken; dokuz yılın ardından, İsrail’in tekrarlayan savaş suçlarını soruşturmak ve suçluları yargılamak için halen bir aciliyet görmediği anlaşılıyor.
İsrailli liderler, Filistinlilere yönelik toplu cezalandırma ve etnik temizlik yapma planlarını açıkça beyan ettiler. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Filistinlileri “insan hayvanlar” olarak adlandırarak ve “her şeyi ortadan kaldırmaya” söz vererek bu niyeti oldukça açık bir şekilde dile getirdi.
ICC savcısı; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yetkilisi Craig Mokhiber’ın istifasına neden olan ’soykırımın tipik bir örneğinden bahsetmedi. Khan bunun yerine, İsrail’in “Hamas’la savaştığı” ve Filistinlilerin bu savaşta “yer almak istemediği” şeklindeki bağlamından koparılmış, Batılı yanlış ifadeleri yineledi. Filistinlinin kurban olarak talihsiz bir nevi öngörülemeyen ikincil zararlar olarak “çatışmaların ortasında kaldığını” öne sürdü. Oysa İsrail yıllardır Filistin halkını topraklarından uzaklaştırmak için Filistinlilere karşı bir savaşın mücadelesini veriyor.
Hamas daha kurulmamışken de (El-Fetih, İslami Cihad ve diğer direniş hareketleri de), Filistin halkı, topraklarının Euro-Siyonist yerleşimciler tarafından sömürgeleştirilmesine karşı 19. yüzyılın sonlarından bu yana direniyor. 1986 yılında Mlabbis ve Al-Yahudiyya’da Filistinli çiftçilerin, topraklarının Siyonist yerleşimciler tarafından ele geçirilmesine izin vermedikleri bu direnişin belgelenmiş örneklerinden biridir.
Önde gelen Filistinli siyasetçilerden ve eski Kudüs belediye başkanı Yousef Al-Khalidi, yaklaşan anti-emperyalist mücadeleyi mükemmel bir şekilde öngördü. Khalidi 1899’da, Siyonizmin siyasi babası olan Theodor Herzl’e, Filistin halkının, Siyonist arzuya boyun eğmeyip, “Filistin’in Efendileri” olma arzularına karşı kararlı bir direniş göstereceği konusunda sert bir uyarıda bulundu.
Ne ICC savcısının ne de çoğu Batı hükümetlerinin, mevcut küresel koşulları şekillendiren sömürge tarihiyle alakalı herhangi bir kaygıları yok. İsrail ve müttefikleri, Hamas saldırısının “bir boşlukta gerçekleşmediğini” vurguladığı için BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’ in istifasını talep edecek kadar ileri giderek; tarihi gerçekleri susturmak ve bastırmak için ciddi çabalar sarf ettiler.
Çatışmayı sadece İsrail ve Hamas arasındaki bir çatışma olarak basitleştirmek; resmi Avrupa ve Amerikan siyasi duruşuyla adalet parametrelerini uyumlu hale getirir ve bu tablo etnik temizlik ve soykırımın yaşanmasına olanak sağlar. Bu basitleştirme ve tarihsizleştirme, İsrail’in yerleşimci-sömürgeci yapılarının ve Filistinlilere karşı şiddetli uygulamalara yol açan Siyonist ideolojinin temel sorularından kaçar. Bu eylemler, Balfour Deklarasyonu’ nun yayınlanmasından bu yana uluslararası kurumların aktif katılımı veya sessizliği ile kolaylaştırılmıştır.
7 Ekim olayları, çatışmanın temel köklerini, yani Euro-Siyonist yerleşimci-sömürgecilik, ırkçılık ve Filistin’in yerli halkını ortadan kaldırma girişimlerini daha da vurgulamıştır. 1895’e kadar Herzl, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlileri “sınırın ötesine” göndermesi gerektiğini “sessizce ve dikkatlice” yapılması gereken bir etnik temizlik olarak ileri sürdü.
Bugün İsrail, ABD ve diğer Avrupa devletleri, Gazze’deki Filistinlilerin Mısır Sina’ya taşınma olasılığı üzerinde açıkça tartışırken, işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’teki Arap nüfusu on yıllardır süregelen etnik temizlikle karşı karşıyayken Yahudi yerleşimciler, dünyanın Gazze’ye odaklandığı bu günlerde mevcut amaçlarını hızlandırmış görünmekte.
Temeli Atma
Filistin’in etnik temizliği, Avrupa ve ABD’den sınırsız destek alan Siyonizm’in ırkçı yapılanmasından ayrı düşünülemez. Etnik temizlik ve soykırım birden gerçekleşen olaylar değildir; öncesinde kasıtlı ırksal damgalama, mekânsal ve askeri planlamalar yapılır. 1948’de Filistinlilerin sürgüne gönderilmesine ve kasaba köylerinin yok edilmesine temel oluşturan ırksal damgalama, bugün de devam etmektedir.
Siyonist anlatı, tüm Filistinlileri İsrail devletine karşı demografik bir tehdit olarak görmektedir. Bu damgalama, Filistin nüfusunu işgal altındaki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki sınırlı bölgelere yoğunlaştırmayı amaçlayan dikkatlice yapılmış mekânsal planlamayla karmaşık bir şekilde bağlantılıdır.
Filistinliler, Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar olan bölgede çoğunluk nüfusunu oluşturmasına rağmen, temel özgürlük haklarının tanınmadığı; Batı Şeria’daki askeri işgalden Gazze’deki kuşatma ve bombardımana kadar çeşitli şekillerde İsrail yönetimi altındaki toprakların yaklaşık %15’lik küçücük bir kısmına hapsolmuş durumdadırlar.
7 Ekim’den bu yana etnik temizliğin hızını arttırma çağrıları artmış olsa da bu tartışmalar İsrail’in siyasi ve askeri kurumları içinde öncesinde de dolaşmakta; başka bir deyişle ikinci Nakba ve Filistin köylerini “silme” çağrıları yapılmaktaydı. Ülke genelinde tüm Filistinlilerin direnişi ve kararlılığıyla karşılık bulan, Gazze’ye yönelik devam eden mevcut saldırı, bu “aşamalı soykırımın” bir parçasıdır.
Jeopolitik Düzeni Şekillendirme
Uluslararası hukuk ve kurumlarının altında yatan sömürgeci güç dinamiklerini kabul etmek önemlidir. Bu dinamikler, Eurocentric (Avrupa merkezci) ırksal ayrımlar ve sömürgeci çıkarlara göre küresel, hukuki ve jeopolitik düzeni etkin bir biçimde şekillendirmiş, yerli halkları topraklarından ve topraklarını savunma haklarından yoksun bırakmıştır.
Bu ırksal ayrımlar, şu anda Gazze’de savaşı ve etnik temizliği akla uygun kılmak için kullanılmaktadır. Bu kavramlar çeşitli biçimlerde ve ifadelerde devam etmektedir. Çağdaş batı resmi perspektifine göre, batı dışı dünya, geçen yıl AB’nin dış politika başkanının ifade ettiği gibi “orman” içinde var olan bir yer olarak algılanmaktadır.
Bu tanımlayıcılar, sadece aşağılayıcı bir biçimde kullanılmakla kalmaz, aynı zamanda somut amaçlara ulaşmak için de kullanılır: Yerleşimci şiddeti, kendini savunma olarak haklı çıkarmak ve ilkel orman sakinleri olarak kabul edilen Avrupalı olmayanları, topraklarından ve kaynaklarından yoksun bırakmak için de bunu kullanır.
Bugün, bu konseptler aynı nedenlerle Filistinlilere uygulanıyor: Onlardan topraklarını almak, soykırımı ve etnik temizliği meşrulaştırmak ve kendilerini İsrail yerleşimci-sömürgeciliğine karşı savunma haklarından ve imkanlarından yoksun bırakmak bunlardan sadece birkaçıdır. Batılı hükümetlerin doğrudan katılımıyla bu hastalıklı soykırım atmosferi, gerekli diplomatik koşulları sağlamış ve İsrail’e silah, sermaye, istihbarat ve medya desteği sağlamıştır.
ABD ve çoğu Avrupa hükümeti, kuvvetlerinin Cenevre Sözleşmeleri’ ni göz ardı ettiği bir ortamda İsrail’i teşvik etmeye devam ettiler. Çünkü bu kuralların genellikle beyaz adam tarafından yapıldığını biliyorlar. Hukuk bilimci Antony Anghie’ nin belirttiği gibi, uluslararası hukuk öğretisinin tüm ana akımları, “kolonyalizmin temel yapılarına” dayanmaktadır.
Ulusal sınırların ötesine yayılan, kökleşmiş Euro-kolonyal (Avrupa Sömürü) düzen, 1948’den bu yana Filistinlilerin topraklarını ellerinden almış ve etnik temizliğe izin vererek olanak sağlamıştır. Bu, İsrail ile Hamas arasında bir savaş değil; aksine, Filistin’in yerli halkını topraklarından sökme amacındaki yerleşimci-sömürgeci şiddetin bir devamıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kudüs Araştırmaları Platformu’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Metnin orjinali;
https://www.middleeasteye.net/opinion/israel-palestine-war-gaza-genocide-hamas-colonial-war