Kudüs; coğrafyamızın tam kalbinde, Müslümanların akıllarında ve dualarında, Batı’nın emellerinde olan, asırlardan beri çeşitli istilalara, yıkımlara göğüs germiş, Müslüman fatihlere sonsuza kadar kanatlarını açmış, peygamberlere mihmandar olmuş bir şehirdir. İçinde medeniyeti, güzelliği, ihyayı, hoşgörüyü barındıran Kudüs, Müslüman hakimiyetinde sulh ve selamet diyarı olmuştur.
Kudüs Eski Şehir’i çevreleyen 7 kapı bulunur. Bunlar Kudüs’ün en ihtişamlı kapısı olan Şam Kapısı, Selahaddin Eyyubi ve askerlerinin Kudüs şehrine girdiği Sahira Kapısı, Batılıların dilinde Aslanlı Kapı olarak geçen, aynı zamanda Eriha yönüne baktığı için Eriha Kapısı olarak bilinen ve Hz. Meryem’in doğduğu mağaranın yanında olduğu için Sitti Meryem Kapısı olarak da anılan Esbat Kapısı, Selahaddin Eyyubi’nin oğlu Melik Efdal tarafından Mağribli Müslümanlara vakfedilen ve Meğaribe Mahallesine ismini veren Meğaribe Kapısı, Hz.Davud’un kabrinin yanı başında bulunan ve Yahudilerin Siyon Kapısı olarak isimlendirdiği Nebi Davud Kapısı, Yahudilerin Yafa Kapısı olarak tabir ettiği Müslümanlarca El-Halil Kapısıdır. Bu altı kapı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yeniden inşa edilmiştir. Halk arasında Abdülhamid Kapısı olarak da bilinen Cedid (Yeni) Kapı, Müslümanların şehre kolayca ulaşması amacıyla Sultan II. Abdülhamid Han tarafından inşa ettirilmiştir. Mescid-i Aksa’nın Hıtta, Esbat, Melik Faysal, Gavanime, Nazır, Hadid, Kattanin, Mathara, Silsile, Meğaribe, Müzdevec, Sülasi/Müselles, Münferid, Rahmet/Tevbe ve Cenaze olmak üzere toplamda 15 kapısı bulunmaktadır.
Kudüs Eski Şehir’in önemiyle maruf bir kapısı vardır; o kapı El-Halil Kapısı’dır. Halil; birlik, beraberlik, dostluk, arkadaşlık anlamlarına gelmektedir. El-Halil Şehri, Batı Şeria’da, Kudüs’ün 32 km güneyinde yer alır. Hebron adıyla anılan El-Halil, Allah’ın Hz. İbrahim’e Halilullah (Allah’ın dostu) sıfatını vermesi üzerine Halilürrahman adıyla anılmıştır. Halil şehrinde Hz. İbrahim, Hz.İsmail, Hz.İshak, Hz. Yakub ve Hz.Yusuf peygamberlerin kabirleri bulunmaktadır. El-Halil Müslümanların nezdinde Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra dördüncü önemli şehirdir. Haçlı seferlerinden itibaren Kudüs’le birlikte zikredilerek Mekke ve Medine gibi Haremeyn-i Şerifeyn olarak anılır. Kudüs Surlarında bulunan El-Halil Kapısı, Eski Şehrin Batı tarafında olup surların batı yönündeki tek çıkışıdır. Yahudiler ve Batılılar, bu kapıyı Yafa Kapısı olarak isimlendirirken Müslümanlar El-Halil Kapısı olarak zikrederler. Kapı, Yafa ve El-Halil şehirlerine açıldığından dolayı bu isimleri almıştır. El-Halil Kapısı, Kudüs Eski Şehir’in dört mahallesinden biri olan Hristiyan mahallesine de açılmaktadır.
El-Halil Kapısı
Hz. Ömer’in hilafeti( 634-644) sırasında Yermük Savaşı’yla Kudüs’ün fethinin yolu açılmıştır. 637 yılında fethedilen Kudüs şehrine Müminlerin Emiri Hz. Ömer (r.a.) mütevazı bir şekilde El-Halil Kapısı’ndan girdi ve şehir halkından anahtarları teslim aldı. Hz. Ömer, fethin ardından şehrin en yukarısındaki kumaş pazarının ve batısında bulunan dükkânların Hristiyanlara ait olduğunu öğrenince bunların arasındaki kurşun kubbeli büyük pazarın Müslümanlara tahsisini istedi. Bu pazarlar Mescid-i Aksâ’nın El-Halil Kapısı civarındaki üç Roma pazarıydı. Ticaret ürünlerinin şehre girmesi sebebiyle El-Halil Kapısı’nın önemi büyüktü.
Hz. Ömer’in ardından gelen Emevi, Abbasi, Memlük, Eyyubi, Selçuklu, Osmanlı halifeleri ve hükümdarları Kudüs’e önem vererek ihtişamlı yapılar yaptırdılar. Osmanlı Devleti zamanında Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığında (1512 – 1520) fethedilen Kudüs-ü Şerif’e Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) sebiller yaptırmış, Kubbetü’s-Sahra’nın duvarları ve kapısını yeniden tamir ettirmiş, Hz. Davud türbesini inşâ ettirmiş, şehrin etrafını saran surları onartmış, kaleyi restore ettirmiş, yeniden inşa ettirdiği kapılara kitabeler yazdırarak şehirde pek çok Osmanlı izi bırakmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği Kudüs Surları ve surda dalgalanan Şanlı Bayrağımız (1517 – 1917)
Kanuni Sultan Süleyman, Akdeniz sahilindeki Yafa kasabasından Kudüs’e uzanan yolun surlarla birleştiği noktaya El-Halil Kapısını yaptırmıştır. Osmanlı zamanında El Halil Kapısı Müslümanlarla beraber Ehl-i Kitaba da açıktı. Bu durumu bilen devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman, El Halil Kapısı’nın karşı duvarına “La İlahe İllallah İbrahim Halilullah” yazdırmıştır. Sultan Süleyman’ın kapıya İbrahim(as)’ın adını yazdırmasının hikmeti; Hz.İbrahim’in şehirde yaşayan Müslüman, Hristiyan ve Yahudi halkların atası olması, İslam’ın diğer dinlerin halklarına karşı hoşgörülü olması ve Kudüs’ün barış ve kardeşlik şehri olduğuna vurgu yapmasıdır. Kudüs’ün muhyisi Kanuni Sultan Süleyman, kitabesiyle İslam’ın hoşgörüsünü Kudüs surlarına nakşetmiştir.
El-Halil (Yafa) Kapısı’nın karşı duvarında yer alan Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yazılan “La İlahe İllallah İbrahim Halilullah” yazısı
II. Abdülhamid (1876-1909) dönemine gelindiğinde şehirdeki imar faaliyetleri devam etmiş ve “Saltanatının Otuzuncu Yılı” anısına Filistin’i saat kuleleri ile donatmıştır. El-Halil Kapısı’nın girişinde II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Kudüs Saat Kulesi ve sebili yer alır. O zamanlarda saat kuleleri yaptırmak büyük devlet olmanın bir simgesi sayılmaktaydı. Surdaki bayrağı, Abdülhamid Han’ın yaptırdığı saat kulesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın yazdırdığı kitabe ile Kudüs Osmanlı şehri olduğunu tüm dünyaya gösteriyordu. İngilizlerin Kudüs’ü 1917’de işgal etmesiyle birlikte 1922’de II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Kudüs Saat Kulesi’ni ve sebili yıktılar. Çünkü işgal ettikleri şehirde Osmanlı’nın hakimiyet izini bırakmak istemediler.
II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Kudüs Saat Kulesi
II. Abdülhamid’in hükümdarlığı sırasında Almanya İmparatoru II. Wilhelm, ülkesindeki Protestan ve Katoliklerin hamiliğini üstlenerek Kudüs Alman Protestan Kilisesi’nin açılışını gerçekleştirmek ve Osmanlı topraklarını ziyaret için 1898 yılında Kudüs’e geldi. Kudüs ziyareti öncesinde Sultan’ı gezi rotası hakkında bilgilendiren İmparator, şehre ana kapı olan El-Halil Kapısından girmek konusunda ısrarcı olmuştu. Bu ısrarın sebebi ise Hz.Ömer’in, Selahaddin Eyyubi’nin, ve Yavuz Sultan Selim’in şehri fethedip bu kapıdan girmiş olmalarıydı. Kısacası İslam geleneğine göre ancak şehri fetheden hükümdar El-Halil Kapısından girebiliyordu. İmparatorun bu kapıyı kullanması şehrin yeni hâkimi olması anlamına geleceğinden, Sultan Abdülhamid El-Halil Kapısı’nın yanına bir giriş açtırmış ve II. Wilhelm’e de konvoyunun rahat geçmesi için açıldığı bildirilmişti. II. Abdülhamid bu çözüm ile Wilhelm’in Kudüs’e bir komutan gibi girmesini engellemiş ve şehre bir araba kapısı kazandırmıştı. Tarihçilere göre, İmparatorun 1898 Kudüs ziyareti bir çeşit “Haçlı seferi”ydi.
Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Kudüs’e girişi.
1917 yılı artık Kudüs ve Osmanlı Devleti için bir kader yılıydı. Balfour Deklarasyonu ile İngiltere, Yahudilerin Filistin’de siyasî bir varlık oluşturmalarını desteklediğini açıkladı. 1917 yılının Kasım ayında başlayan İngilizlerin Kudüs’ü işgali 9 Aralık 1917’de General Edmund Allenby’nin Müslüman fatihlere özenir şekilde şehre, El-Halil Kapısından girmesiyle son buldu. İngiliz general Müslümanların bu kapıya yüklediği anlamı bildiğinden şehre özellikle bu kapıdan girmişti. Aynı zamanda 9 Aralık günü müttefikimiz Almanya dahil tüm Avrupa’da kiliseler zafer çanları çalmış, Kudüs’ün Hristiyanlara geçişini kutlamışlardı. 11 Aralık’ta da İngiliz askerleri Kudüs’e girdi. İngiliz işgali, yalnızca Haçlı işgaliyle kesintiye uğrayan 1200 yıllık Müslüman yönetimini de sona erdirdi. Bu tarihte Kudüs, 1948 yılına kadar sürecek olan İngilizlerin manda ve himayesine girmiş oldu.
Allenby’nin Kudüs’e girişi, Batı basınında meleklerin himayesinde Kudüs’ü aldığı şeklinde resmedilmişti.
Kudüs’ün Balfour Deklarasyonu ile beraber İngiliz mandasına girmesi Osmanlı’nın ve Müslümanların gönlünde hüzün ifadesi olarak kaldı. Fatihlerin şehre girdiği kapı üzerinde yer alan ay-yıldız işgaller sonucunda silinmiş olsa da Müslümanların akıllarından ve kalplerinden hala silinemedi. Bu tarihten sonra Kudüs için işgallere, istilalara direniş devri başlamış oldu.
Tarih 29 Kasım 1947’yi gösterdiğinde İngilizlerin talebiyle Birleşmiş Milletler Konseyinde Filistin topraklarının Araplar ve Yahudiler arasında bölünmesine karar verildi. Filistin Araplarının temsilcisi, Kudüs müftüsünün yeğeni Cemal Hüseyni, “Eğer Birleşmiş Milletler Filistin’in paylaştırılması yönünde karar alırsa, bütün Arap devletlerin desteklediği Filistin Arapları, İngilizler gider gitmez Yahudilerle savaşacaktı.” Nitekim konseyden çıkan karar sonucunda İngilizlerin çekimser kaldığı oylamada 13 oya karşılık, 33 oyla Filistin Taksim Planı kabul edildi. Bu plana göre Filistin’in %55’lik kısmı Yahudilere, %45’lik kısmı Filistinlilere bırakılıyor; Kudüs şehri ise uluslararası şehir sayılarak yönetimini Birleşmiş Milletler devralıyordu. Bu sonuç Arap halklarda bir infial yarattı. BM’nin kararından sonra devam eden İngiliz Manda Yönetiminde dâhi şehri her bakımdan savunan Araplar, El-Halil Kapısı’ndan geçen Yahudi yolcuları taşıyan ve yolcuları Yahudi Mahallesi’ne götüren otobüslere pusu kurup patlatıyorlardı. 1948 yılının kış ayları Yahudiler için susuzluk, yiyecek, yakıt, cephane sıkıntısı demekti. Yahudi Haganah örgütünün Kudüs Eski Şehir’deki Yahudi halkına erzak temin etmek için yola çıkardığı erzak konvoyu, Arapların yollara döşediği mayınlar neticesinde infilak ettirildi. Yahudiler bu tablo karşısında büyük bir dumura uğradı. Araplar, Yahudilere karşı verdiği gerilla savaşlarındaki zaferlere yenilerini ekleyerek Yahudilerin ellerindeki idari merkezlere mayınlar döşeyip patlattılar. Yahudi halkın çektiği sıkıntılar sonucunda David ben Gurion’un emriyle Golda Meir, Kudüs’ü savunan Yahudiler için silah ve cephane talebinde bulunmak üzere Amerikalı Yahudilerden yardım istedi. On dolarla Amerika’ya giden Golda Meir, kurulacak Yahudi devleti için gerekli olan elli milyon dolarla geri döndü. Kudüs Yeni Şehir’den El-Halil Kapısı’na doğru inen Mamilla Caddesi gibi bazı yollar, devamlı kurşun yağmuru altındaydı. 9 Nisan 1948’de Irgun ve Stern adlarındaki Yahudi örgütlerinin Deir Yasin köyünde büyük bir katliam gerçekleştirmesi Arapların askeri üstünlüğünü sarstı. Köyde iki saat içinde büyük bir kıyım gerçekleştiren Yahudilerin ellerinde iki yüz elli dört kişinin kanı vardı.
İngiliz Manda Yönetiminin Kudüs’ten ayrıldığı 14 Mayıs 1948 günü Kutsal Kabir Kilisesi’nin çanları Allenby’nin Kudüs’e girişiyle başlayan İngiliz yönetiminin sonunu çağrıştırıyordu. İngilizlerin şehri terk etmesinin hemen ardından kurulacak İsrail Devletinin başbakanı David ben Gurion, 29 Kasım 1947’de BM’nin aldığı kararı hatırlatarak “Yahudi ulusunun doğal ve tarihi hakkı uyarınca, Kutsal Topraklarda Yahudi Devleti’nin kurulduğunu ilan ediyoruz. Bu devlet ‘İsrail’ adını taşıyacaktır!” diyerek İsrail Devleti’ni ilan eden metni okudu ve salondakiler Yahudi milli marşını söylediler. İsrail ilan edilir edilmez Yahudi devletini tanıyan ilk ülke Amerika oldu.
Eski Şehir’in farklı ve kozmopolit halkın yaşadığı mahallelere açılan kapısı, Yahudiler ve Arapların çatışmalarının odak noktasını oluşturdu. İsrail Devletini ilan eden Ben Gurion bu tarihten itibaren Arapların Yahudilerle savaşacağını biliyordu. Nitekim Araplar da Yahudilerle savaşma niyetindeydi. BM’den çıkan karara karşı olan Araplar, Yahudilere bir karış toprak dahi vermek istemiyordu. 14 Mayıs günü başlayan fiili savaş neticesinde Arapların direnişi had safhadaydı, Yahudilere karşı üstün pozisyondalardı. Yahudiler Siyon Tepesine beyaz mavi yıldızlı bayraklarını dikme hayali kurarken Emin El Hüseyni tarafından oluşturulan Arap Lejyonu askerleri ile Yahudi Haganah Örgütü El Halil Kapısı önünde şiddetli çatışmalarla karşılaştılar. Yahudi askerleri El-Halil Kapısının karşısındaki Tannous binasına pusuya yatıp bekledikleri sırada Arap Lejyonu askerleri Kudüs semalarına mermiler yolladı. Ama Haganah’ı durdurmak ve şehri savunmak için daha fazla topa ihtiyaç vardı. Yahudi mahalleleri Arap Lejyonu tarafından kuşatıldı. Yahudiler bitkin düşmelerine rağmen savaşa direniş gösterdi. Binada pusuya yatan Yahudi askerler harekete geçtiğinde Kudüs Kutsal Şehir’de “Yahudiler geliyor!” çığlıkları yankılandı. Mandelbaum Kapısına yakın terk edilmiş bir eve birkaç genç ve Hanagah’a bağlı Gadna örgütü sığındı. Arap lejyonu evi kuşattığında örgüt lejyonu geri püskürttü, Araplar orada tam bir hâkimiyet sağlayamazken diğer Arap birlikleri Yahudi kibbutzlarını, sinagoglarını ve Yahudi mahallesini ele geçirerek bu yerleri kendi hâkimiyetleri altına alıyorlardı. Bölgede patlak veren savaşın ardından BM Güvenlik Konseyi ateşkes ilan edilmesini istedi, Ben Gurion olumlu yanıt verirken, Araplar zafer coşkusuyla ateşkes fikrini reddetti. Kudüs’ü almaya ramak kala Arap Lejyonu, Yahudilerin son önemli kalesi olan Hurva Sinagogu’nu ele geçirdi ve sinagogun tepesine Ürdün Haşimi Krallığı’nın bayrağını dikti. Son kalenin de avuçlarının arasından kayıp gitmesine şahit olan Yahudiler ellerinde beyaz bayraklarla Araplara teslim oldu. Düzenli olmayan bir orduyla Araplarla savaşa giren Yahudiler, Tel Aviv ve Kudüs arasında bulunan Latrun bölgesindeki başarısızlıklarından dolayı Latrun’un çevresini dolaşan Kudüs’e giden Birmanya Yolunu açmaya karar verdiler. Bu plana karşılık saldırıya geçen Arap Lejyonu Latrun Tepelerini kuşattı ve on dokuz yıl süreyle tepeler lejyonun elinde kaldı. Artan çatışmalar sonunda BM, ateşkes ilan etti. Ateşkes, Arapların zaferini köreltirken Yahudiler için silah ve cephane toplamak için zaman ve umut oldu. Ateşkesin ardından savaşın ikinci kısmı başladı. Birmanya Yolundan Kudüs’e silah ve cephane taşındı. 9 Temmuz günü ateşkes sona erdiğinde Araplar ve Yahudiler tekrar karşılaştılar. Yahudi kumandanın ağzından “Bugün kimse ölmeyecek. Ama Eski Şehir’i alamadık.” sözleri döküldü. Kuzeydeki Şeyh Cerrah’tan güneyde Ramat Rachel Kibbutzuna kadarki çizgi Kudüs’ü ikiye bölüyordu. Mandelbaum Kapısı, şehrin Yahudi ve Arap kesimleri arasındaki sınırı belirliyordu. Gadna örgütünün Kudüs’te savunduğu yer olan Mandelbaum evi, Kudüs’ün bölünmesinin bir simgesi oldu. El-Halil Kapısının etrafında dönen bu çetin savaştan geriye öldürülen yüzlerce kişi ve savaş arabalarının paslı kalıntıları kaldı.
14 Mayıs’ta başlayan savaş, ateşkes ve antlaşmalarla durdurulsa da savaş durumu sona ermedi. Yahudiler, savaşın ardından Filistin topraklarının %78’inin sahibi oldu. Araplar ve Yahudilerin kıyasıya çatıştığı 1948 savaşının bitiminde Ortadoğu’da İsrail adında bir devlet vardı.
Kaynakça
[1] Collins, Larry, Lapierre, Dominique, Kudüs… Ey Kudüs, Kronik Kitap, İstanbul, 2018
[2] Uğurluel, Talha, Dinlerin Başkenti Kudüs Eski Şehir, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2018
[3] Apak, Adem, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi 2.Cilt Hulefa-yı Raşidin Dönemi, Ensar Yayınları, İstanbul, 2018
[4] Bilge, Mustafa L. “Halil”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.15, İstanbul, 1997, s. 305 – 307, https://islamansiklopedisi.org.tr/halil#1 (16.07.2019).
[5] Kallek, Cengiz “Pazar”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 34, İstanbul, 2007, s. 194 – 203, (https://islamansiklopedisi.org.tr/pazar)
[6] Karaman, M. Lütfullah, “Filistin”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 13, İstanbul, 1996, s. 89 – 103, (https://islamansiklopedisi.org.tr/filistin)
[7] El-Aseli, Kamil Cemil, “Kudüs”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.26, Ankara, 2002, s.334 – 338, https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#5-osmanli-donemi-ve-sonrasi (18.07.2019).
[8] Altun, İsmail (2017). “Sahabe Gözünde Kudüs ve Mescid-i Aksa”, ILTED İlahiyat Tetkikleri Dergisi, s. 47, ss. 153-169.
[9] Karaköse, Hasan (2018), “Filistin ve Kudüs Meselesine Genel Bir Bakış (XIX. Yüzyılın Ortasından XX. Yüzyıl Ortalarına Kadar)”, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (AEÜSBED), c. 4, Sayı: 2, ss. 150-165.
[10] Üzen, İsmet (2009), “İngilizlerin Kudüs’ü Ele Geçirmesi ve General Edmund H. H. Allenby’nin Kudüs’e Törenle Girişi (9 -11 Aralık)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.19, s.2, ss. 329 – 344.
[11] https://www.gzt.com/kudus/zaman-tuneli#zaman-tuneli-54
[12] https://www.gzt.com/mecra/hikyeleri-ve-tarihleriyle-kudusun-kapilari-3462487
[13] https://www.gzt.com/mecra/filistindeki-osmanli-saat-kuleleri-3483490
[14] Hz. Ömer’in Kudüs Fethi hakkında detaylı bilgi için bkz: https://www.marmarailahiyat.com/kudusun-islamdaki-yeri-ve-bir-adalet-nisani-olarak-hz-omer-emannamesi/
*Bu yazı marmarailahiyat.com‘da yayımlandı.